top of page

KARISINI ŞAPKA SANAN ADAM-Oliver Sacks



Bu kitap Oliver Sacks'ın 20 yıllık hekimlik pratiğinden sonra karşılaştığı nörolojik vakaları anlattığı bir kitaptır. Böyle bir kitabı okuma amacım insan beyninde olup bitenlere merak duyduğum içindi. Daha önce psikolojik vakaları okumaktan çok zevk alıyordum, hala alıyorum fakat bir değişiklik yapıp insan beyninin herhangi bir hasar almasından ya da beyinde oluşan herhangi bir durumdan kaynaklı insanda ortaya çıkan bulguları merak etmeye başladım. O kadar hassas ve ince detaylarla yaratıldı ki, çok küçük bozukluklar yaşamımızı fiziksel ya da ruhsal olarak etkiliyor.

Bu kitap 1980‘lerin başlarında yazıldığı için cevaplardan daha çok sorunlara odaklanan bir kitap. O yıllarda nöroloji çok ilerlemediği için iyileştirme yöntemleri de haliyle ilkel. Bu durum benim için önemli değil çünkü benim amacım zaten insan evladının beyninde oluşabilecek sorunları görebilmek. Şimdilik cevaplarla ilgilenmiyorum. Öncelikle Sacks, bize çok güzel bir önermede bulunuyor "Kişisel anlatıyı korumak, her hastayı kendi geçmişine, kendi uyum sağlama ve hayatta kalma stratejilerine sahip benzersiz bir varlık olarak görmek". Hipokrat gibi, İbn-i Sina gibi tıp alanlarıyla ilgilenmiş kişilere baktığımızda, "kişisel tedavi yöntemi"ni uyguladıklarını görürken, şu anda uygulanan yöntemleri bu konuda eleştirmemek mümkün değil. Açıkçası sosyal medyada da karşılaştığın bazı gerçekler var, psikolojiyi bile insanlar tek tipmişiz gibi, matematiksel olarak lanse etmeye çalışıyorlar. Tek tip ilaçlar, tek tip yöntemler maalesef insanlara iyi gelmiyor.

Hasta hikayelerine kısa kısa değinmeden önce Sacks'ın da değindi Nietzsche’nin bir sözünü hatırlatmak istiyorum "Hastalığa gelince: Acaba onsuz yaşayabilir miydik diye sormadan edemiyor muyuz?" Bu söz kitabı okuduğunuzda sizin için daha çok anlam kazanacaktır. Çünkü daha önce "Nietzsche Ağladığında" kitabını okurken karşılaştığım bu sözü her ne kadar anladığımı düşünsem de bu kitapta çok daha derinden hissettim.

"Bu insanlar aslında bizim hayal bile edemediğimiz diyarların gezginleri, onları tanımasaydık hakkında bir fikrimiz olmayacağı toprakların seyyahlarıdır. İşte bu yüzden onların hayatları ve yolculukları bana olağanüstü gelir." -Sacks 


1.Hasta Hikayesi; Karısını Şapkası Satan Adam

Kitaba adını veren bu hasta Dr. P. adında parmakla gösterilen bir müzisyen ve tanınmış bir şarkıcı. Aynı zamanda yerel bir müzik okulunda öğrencilere dersler veriyor. Sorunları öğrencilerinin yüzlerini tanımamakla başladı, sesleriyle kim olduklarını ayırt edebiliyor olsa da yüzlerini çıkartamıyordu. Sadece yüzleri tanımamakla kalmıyor ortada görülebilecek yüzler yokken bile varmış gibi görüyordu. Yolda yürürken su musluklarının ve otopark sayaçlarının tepelerini çocuk başı sanarak kafalarını şefkatle okşuyor, mobilyaların oymalı topuzlarıyla konuşuyor ve cevap alamayınca şaşırıyordu. İlk başta herkes şaka yaptığını sanarak güldü, güldüklerinde kendisi de gülerek karşılık veriyordu. Bu sırada müzik yeteneğinden hiçbir şey kaybetmedi ve bu problemi üstüne de fazla düşünmedi.

Kendisinde diyabet ortaya çıkınca gözlerine etki edilebileceğini düşünüp göz doktoruna gitti fakat doktor gözlerinde değil beyninde problem olduğunu ve bir nöroloğa gitmesi gerektiğini söyledi. Daha sonra Sacks ile tanıştı. Sacks, onunla görüşme sırasında bazı değişik olaylara şahit oldu, en ilginç olay ise görüşme bittiğinde şapkasına karısı gibi davranmasıydı. Bir anlığına bu yanılgılar herkesi güldürse de açık olan şu ki, Dr. P. görsel açıdan, cansız bir soyutlamalar dünyası içinde kaybolmuştu. Aslında gerçek bir görsel benliği olmadığı gibi gerçek bir görsel dünyası da yoktu.

Peki Dr. P. bu sorunu nasıl yönetiyordu, günlük ihtiyaçlarını nasıl çözüyordu? Karısı her zaman kıyafetlerini ve diğer eşyalarını alışık olduğu yerlere koyduğunu ve Dr. P.'nin şarkı söyleyerek hiç zorluk çekmeden işlerini hallettiğini söyledi. Fakat eğer bölünürse o zaman tüm dünyası tamamen duruyor. Yemek şarkıları, giyinme şarkıları, yıkanma şarkısı, ne iş yapıyorsa ona ait bir şarkısı mutlaka vardı. Faaliyetlerini şarkıya dönüştürmeden yapamıyordu.

Ayrıca Dr. P’nin muazzam bir resim yapma kabiliyeti vardı. Çizdiği resimlere bakan Sacks onun somut resimlerden soyut resimlere kayma eğilimini de fark etti.

Dr. P’nin dünyayı nasıl algılayıp anlamlandırdığını düşünelim biraz. Gözlerimiz harikulade bir şekilde çalışıyor, dış dünya ile iç dünyamız arasında kusursuz bir bağlantı gerçekleştiriyor. Ondan gelen sinyalleri beynimiz değerlendiriyor ve algımız bu şekilde şekilleniyor. Dr. P gibi beynimizin görme ile ilgili bölümüyle herhangi bir problem yaşasaydık, dünya algıladığımızdan tamamen farklı olacaktı. Sağlıklı olan herkesin algıladığı şekilde bir dünya algılamak mı?


2.Hasta Hikayesi; Kayıp Denizci

"Hayatımızı oluşturan şeyin hafıza olduğunu fark etmek için ufaktan da olsa hafızanızı kaybetmeye başlamamız gerekiyor. Hafızasız bir yaşam esasında bir yaşam değildir. Hafızamız bütünlüğünüz, mantığınız, duygumuz, hatta eylemimizdir. Onsuz bir hiçiz." -Luis Bunuel

Bu hikayede konu Jimmie adında, 49 yaşında sağlıklı, hoş görünümlü ve yakışıklı, neşeli bir hastanın hafızası. 1943 yılında 17 yaşındayken deniz kuvvetlerine giren Jimmie, daha sonra bir denizaltı telsiz asistanı olarak göreve başladı. Savaşa dair tüm anılarını, doğduğu yeri, annesini, babasını, ağabeyini ev telefonunu, yaşadığı o eski yılları çok net hatırlıyordu. Sorun şu ki kendisini 1945’te sanıyordu gerçekte 1975 yılındaydı. Hasta 1965 yılına kadar deniz kuvvetlerinde görevini hiç aksatmadan layıkıyla yapmıştı fakat 1971 yılındaki hastane raporunda "alkolden dolayı ilerlemiş organik beyin sendromu" olduğu yazıyordu. Bu rapordan sonra da bakım evine gönderilmiş bir hastaydı. Ağabeyi ile görüşen Sacks 1943’te beri onunla doğru dürüst iletişim kurmadığını çünkü kendisinin "uslanmayan", "vurdumduymaz", "hep içki içen" bir yapıda olduğunu ifade etti. Bunlar onun kişisel geçmişiydi. Anlaşılan 1965 yılından sonra ayrıldığı işi, onun hayatını düzene sokmuştu, daha sonra boşluğa düşmesi ile hayatı tamamıyla değişti. Gerçekten alkol bağımlılığı beynini ciddi zararlar verdi. Fakat şu detayı atlamamak lazım alkolden önce de hafıza kayıpları var mıydı? Yani Jimmie, Karsakoff sendromu mu yaşıyordu? Bu durumla baş edemediği için alkole başvurdu ve alkol de durumu daha vahim hale mi getirdi?

Hastalık teşhisinden daha çok odaklandığım, yaşadığı durum. Sadece 20 yıllık yaşantısını hatırlayan ve orada yaşayan 49 yaşında bir adam, şimdiki zamanda yaptığı şeyleri hatırlamıyor, tanıştığı insanları arkasına döndüğü anda unutuyor. Fakat bu insan kiliseye gidip oldukça yoğun duygular yaşayabiliyor, duygularını kaybetmedi. O halde "Bir insan sadece hafızadan ibaret değildir. Duyguları, iradesi, duyarlılıkları, manevi varlığı vardır."

Peki Jimie geri kalan 20 yılını da silseydi ve tamamıyla boş bir hafızaya sahip olsaydı, o zaman da inançlı olur muydu? Bu duyguları hissedebilir miydi? Kendimize soralım, hafızamızın belirli yıllara ait kısmını kaybetseydik nasıl hissederdik? Bu belirli kısımlar çocukluk anılarımız olsaydı nasıl olurdu ya da çocukluk anılarımız kalsaydı ve sonrası silinseydi nasıl olurduk?


3.Hasta Hikayesi; Bedenini Yitiren Kadın

27 yaşında hokeye ve biniciliğe yetenekli, kendine güvenen, bedenen ve ruhen sağlıklı genç bir kadın olan Christina aynı zamanda zeki, kültürlü, baleyi ve Lakeland şairlerini seven biriydi. Bir gün safra kesesinde taş olduğu ortaya çıkmış ve hastaneye yatırıldı. Ameliyattan üç gün önce rutin olan antibiyotik tedavisine başlandı. Daha sonra ayakta duramadığına dair bir rüya gördü ve bundan etkilenerek psikiyatriye danıştı, psikiyatri ameliyat öncesi kaygı diyerek geçiştirdi. Christina'nın rüyası daha sonrasında gerçek oldu ve ayakta duramadı daha doğrusu ayaklarının olduğunu görmeden onları kullanamamaya başladı, bu durum elleri için de geçerliydi. Dik bile oturamıyordu. "Çok korkunç bir şey oldu bedenimi hissetmiyorum." diye mırıldanıyordu. Sacks, kadının durumu daha iyi anlayabilmek için ona çeşitli testler yaptı. Kafatasından ayak parmaklarına kadar "öz duyumda" bir bozukluk varmış gibi görünüyordu. Parietal Loblar çalışıyordu ama işleyebilecekleri hiçbir bilgiye sahip değillerdi. Özduyum sayesinde bizler bedenimizin bize uygun bize ait bizim malımız olarak hissederiz. Bunu hiç düşünmeden yaparız, ellerimizi kullanmak istediğimizde kullanır, koşmak istediğimiz de koşarız, bedenimiz bize aittir ve bunu sorgulamayız. Fakat Christina bir anda bedeninin ona ait olma duygusunu yani özduyumu kaybetti. Ona ellerini hareket etmesi söylendiğinde o "Elbette onları bulur bulmaz hareket ettiririm" cevabını veriyordu. Ellerini görerek hareket ettiriyor, artık görmeden onların varlığını kabullenmeyen bir beyne sahipti.

Vakayı teşhisine kadar burada paylaşmayacağını sadece bu vakanın bizi "özduyum" hakkında düşündürmemesini istiyorum. Bazı şeyler hep orada olduğu için onları fark etmeyiz, nasıl işlediklerini sorgulamayız, yokluklarını aklımızdan bile geçirmeyiz. Fakat Christina gibi bir anda özduyumunuzu yitirdiğinizi düşünün, ne hissederdiniz?


4.Hasta Hikayesi; Yataktan Düşen Adam

Genç bir erkeğin hastaneye yattıktan sonra yatağında şekerleme yaparken aniden kalkıp yataktan aşağıya düşmesi ile başlıyor olay. Erkek hasta bağırıp çağırıyor, yatağına geri dönmeyeceğini söylüyordu. Hastaneye giriş nedeni nörologların sol bacağı hakkında "tembel" ifadesini kullanmasıydı. Ona ne olduğu sorulduğunda uyandıktan sonra yatağın içinde kopmuş bir insan bacağı gördüğünü ve hemen onu yataktan attığını ve her nasılsa kendisini de yerde bulunduğunu söyledi. Birilerinin ona şaka yaptığını düşünüyordu, kısacası kendi bacağını kendine ait görmüyor ve onu kendisinden ayrı, kopmuş bir bacak olduğunu düşünüyordu. Doktor ona o bacağın kendisine ait olduğunu söylediğinde "İnsan kendi bacağını nasıl tanımaz, o kesinlikle benim bacağım değil." diyordu. Doktor peki bu senin değilse sol bacağın nerede diye sorduğunda ise "Hiçbir fikrim yok, kayboldu gitti." diyordu.

Bedenimiz tüm parçalarıyla bize aittir onları beynimiz kusursuz yönetir tümüyle muazzam bir mekanizmadır, farkında olarak ya da olmayarak bir çok aktivite gerçekleştirir. Herhangi bir uzunumuzdan rahatsızlık duymayız. Onları sorgulamayız. Fakat bir anda herhangi bir nörolojik sebeple elinizin size ait olmadığını hissetme fikri kulağınıza nasıl geliyor?


5.Hasta Hikayesi; Eller

Altmış yaşında Madeleine J. doğuştan kör ve beyin felci geçiren bir hastadır. İki eli de kendisinden istemsizce hareket ediyordu. Duygusal ve zihinsel bakımdan hiçbir eksiği olmayan, zeki bir kadındı. Elleriyle dokunuşu, ısıyı, parmaklarının pasif hareketlerini algılıyor. Fakat buna karşın elleriyle hiçbir şeyi tanımıyor ve isimlendiremiyordu.

Annesinin memesine uzanan bir bebek, doğuştan bazı reflekslere sahiptir. Sacks bu düşünceyle Madeleine'ye bugüne kadar uygulanan ilgiyi yönlendirerek, ona yemeğinin verilirken daha az ilgi gösterilmesini söyler. Bu şekilde bu zamana kadar kullanmadığı ellerini kullanıp kullanmayacağını gözlemlemek ister. Bu sayede aç olan Madeleine, elleriyle yemeğine uzanır ve onu yemeye başlar. Bu süreçten sonra Madeleine ellerine yabancı değildir ve onları tanımaya ve kullanmaya başlar.

"Gerçeğe yabancılaşma duygusu genellikle aniden gelir. Gerçekliğe dönüş de aynı ölçüde aniden olur."

El ve ayak kaslarında lokal olarak "elektriksel bir sessizlik" vardır; duyusal olarak da duyusal kortekse kadar her düzeyde tam bir "uyarılmış potansiyel" eksikliğine rastlarız. El ve ayaklar oynatılarak yeniden fark edilir edilmez fizyolojik tablo öncekinin tamamen tersine döner.


6.Bölüm; Fantomlar

Nörologların kullandığı anlamda "Fantom", vücudun belirli bir bölümünün, genellikle bir kolun ya da bacağın kaybedilmesinden aylar hatta yıllar sonra da devam eden o bölüme ait imge ve hafızadır.

Özellikle savaşta bir uzunu kaybeden askerler tarafından hissedilen ve uzmanlar tarafından incelenip tanımlanmış bir vakadır.

Örneğin bu durumla ilgili, ayağının kesilmesinden önce ayak parmağında nükseden ve tedavi edilmeyen bir batık tırnak ağrısının, ayağı kesildikten sonra da devam ettiğini anlatan bir hasta hikayesi mevcut.

Beynin çalışma mekanizması oldukça şaşırtıcı, bu kitaptaki vakaları okurken beyine karşı hayranlığım katlanarak arttı.


7.Hasta Hikayesi; Dengede

Özduyum tamamen bozulmuşsa, beden kendine karşı deyim yerindeyse kör ve sağır olur. Kendine "sahip olmayı" ve kendini kendisi gibi hissetmeyi bırakır. Daha önce "Bedenini Yitiren Kadın" başlığı altında anlatılan vaka gibi 93 yaşında olan Bay MacGregor adındaki adam da böyle bir problemle karşılaştı. Her nasılsa gayet dik yürüdüğünü düşünse de eğik yürüyordu, bu durumu etrafındakiler ona söylediğinde doktora başvurdu. Sacks onun bir videosunu çekip ona gösterdiğinde gördüklerine inanamadı.

Bildiğimiz beş duyumuz vardır. Bu duyular, duyumsanacak dünyayı bizim için yapılandırır. Ama başka duyular da vardır; isterseniz onlara gizli veya altıncı duyular da diyebiliriz. Victoria döneminde "kas duyusu" denen, eklem ve tendonlardaki reseptörler aracılığıyla farkında olma hissi, diğer bir adıyla "özduyum" 1980'lerde ancak tanımlanmıştır. Bedenimizin boşlukta doğru düzgün ve dengede durmasını sağlayan karmaşık mekanizmalar.

Yaşlı adamın parkinson hastalığı vardı ve büyük ihtimalle bu hastalık vestibüler ve özduyum sisteminde hasra yol açtığı için fark etmeden eğik durmasına ve yürümesine yol açmıştı. Bay MacGregor zeki bir adamdı ve bu durumu düzeltmek için kendi kendine "Dünyanın ilk terazili gözlüğü"nü tasarladı. Gözlüğündeki su terazisi sayesinde eğik duruşunu fark ediyor ve dikleşiyordu. ilk başlarda bunu takip etmek biraz zor olsa da, daha sonra alışkanlık haline geldi. Onun sayesinde bu durumu yaşayan birçok hasta bu gözlüğü kullandı.


8.Hasta Hikayesi; Gözler Sağa

Altmış yaşlarında olan Bayan S. beyninin sağ yarım küresinin arka ve iç bölümlerini etkileyen ağır bir inme geçirdikten sonra sol algısını tamamen kaybeder. Makyaj yaparken yüzünün sol tarafına hiç makyaj yapmaz, tabağındaki yemeğin sol tarafını bırakır,

"İhmal ciddi boyutlardaysa, hasta sanki evrenin bir yarısı herhangi bir anlam ifade etmiyormuş, sanki aniden yok olmuş gibi davranır... Tek taraflı ihmal içindeki hastalar sol yarı alanda gerçekten hiçbir şey olmuyormuş gibi davranmakla kalmazlar, o tarafta önemli bir şeyin olabileceği beklentisini de taşımazlar." -Mesulam


9.Hasta Hikayesi; Başkan'ın Konuşması

Bu vakada bir başkan konuşma yaparken bazı hastaların konuşmaya güldüklerine şahit olunur. Gülmekten kırılan bu hastaların böylesine ciddi, dokunaklı ve etkileyici bir konuşmaya neden katıla katıla güldükleri sorgulanır.

Çok ağır reseptif afazi veya küresel afaziye yakalanmış hastaların, zeki oldukları halde kelimeleri anlamasalar bile, kendilerine söylenen şeylerin büyük bir bölümünü anladıkları sıkça görülür. Bu hastalar insanları okurlar, bilinçdışına yansıttıklarına bakarlar, mimikleri, jestleri okurlar. Onlara yalan söyleseniz de kelimelerle ilgilenmedikleri için yüzünüzden gerçeği okurlar. Sözcüklere eşlik eden ifadeler onlar için kendiliğinden anlam kazanır. Aynı duruma köpeklerde de rastlanır, yalanları, kötülükleri ve şüpheli niyetleri yakalamakta; sözcüklere fazlasıyla maruz kalan bizler sezgilerimize güvenemediğimizde köpeklerden yardım alırız. Nietzsche "Kişi ağzıyla yalan söyleyebilir ama yüz ifadesi onu ele verir." der.

Yani bu hastaların muazzam özellikleri beni kıskandırmadı değil, böyle bir özelliğe sahip olmak hangi insanın yalan söyleyip kötü niyetli olduğunu anlamak güzel olurdu.


10.Hasta Hikayesi; Tikli Ray

Tourette sendromu, gerginliğin eşlik ettiği aşırı bir enerji ve garip hareket ve fikirlerin aşırı ölçüde üretimidir: Muzip bir mizah anlayışı ve abuk sabuk oyunlara ve maskaralıklara duyulan eğimle birlikte tikler, ani ve hızlı hareketler, yapmacıklık, yüzünü ekşitme, gürültülü, küfürler, elde olmadan yapılan taklitler ve her türden içtepi. Tourette sendromunun en ağır türleri, duygusal ve düşünsel hayatın her veçhesini içerir. Sendromun hafif ve iyi huylu türleri olduğu gibi gayet habis ve şiddetli türlerinin de olduğu bilinmeye başlandı.

Tourette Sendromunu bulan Gilles de la Tourette, Freud ve Babinski, beden ile ruhun, "şey" ile "ben"in, nöroloji ile psikiyatrinin bir bütün olduğu görüşünü paylaşan son uzmanlardı. Geçtiğimiz yüzyılın bitişiyle birlikte, ruhsuz bir nöroloji ve bedensiz bir psikoloji ortaya çıktı. Bunun sonucunda Tourette'i anlamak imkansızlaştı.

Ray 24 yaşında ve birkaç saniyede bir tekrarlanan tiklere sahipti. Dört yaşından beri bu problemi vardı. Yüksek zekası, anlayışı, güçlü karakteri gerçekliği kavrama becerisi eğitimini başarıyla bitirip, sevilen biri haline gelmesini sağlamıştı. Tikleri onu utandırıyordu, her ne kadar üniversiteyi bitirmiş olsa da çalıştığı işlerden tikleri yüzünden kovuldu. Genellikle sabırsızlığı, kavgacılığı, küstahlığı yüzünden hayatı kriz içinde geçiyordu. Hastalığı ona kayda değer bir müzik yeteneği vermişti, eğer bu yeteneği olmasaydı hafta sonları aldığı sahnelerde usta bir caz davulcusu olamaz ve ekonomik açıdan sıkıntıya düşerdi. Muazzam bir caz davulcusu olmasına sebep olan refleks ve tepkilerinin anormal derecede hızlı oluşuydu.

Ray, Handol adında bir ilaca başladı : "Tourette hastası olmak çok çılgınca bir şey. Sarhoş olmaya benziyor. Handol almak ise tuhaf. İnsanı cansız, sıkıcı ve ağırbaşlı yapıyor. Her iki durumda da gerçekten özgür değilsiniz. Siz "normaller", beyinlerinin doğru yerlerinde, doğru zamanlarda, doğru miktarlarda transmiteri olanlar, içinde bulunduğunuz duruma bağlı olarak ne gerekiyorsa ister ciddiyet, ister sululuk onu yapabilirsiniz. Ama biz Tourette hastaları bunu yapamayız. Hastalığımız bizi ciddiyetsiz olmaya zorlar. Handol aldığımızda ise ciddi olmaya mecbur kalırız. Siz özgürsünüz, doğal bir dengeniz var. Bizimse yapay bir dengeyi en iyi şekilde kullanmamız gerekiyor." Ray'ın duyguları böyle seyrediyordu. Ve kendisi Nietzsche ile ağız birliği etseydi şöyle derdi kuşkusuz: "Çok çeşitli sağlık durumlarından geçtim, geçmeye de devam ediyorum... Hastalığa gelince, o olmadan nasıl yaşayabileceğimi sormadan edemiyoruz, değil mi? Yalnızca çok büyük acılar ruhu nihai biçimde özgürleştiriyor." Ray daha sonra bu anlayışla yeni bir sağlık anlayışına kavuştu. Ve hayatı fizyolojik sağlıktan yoksun olarak devam etti.


11.Hasta Hikayesi; Cupid Hastalığı

Freud'un, kokainin yarattığı "iyi olma" ve "öfori" hali hakkındaki şaşırtıcı yorumu şöyledir: "...sağlıklı bir insanın normal öforisinden farklı değildir. Başka bir deyişle sadece normalsinizdir ve kısa bir süre sonra bir ilacın etkisi altında olduğunuza inanamazsınız."

Burada, tüm alışıldık düşüncelerin tersine çevrilebileceği; hastalığın iyileşme, normalliğin hastalık olabildiği, gerçekliğin makul düşünce ve davranışlarda değil taşkınlıkta yatabildiği garip sularda seyrediyoruz. Cupid ve Dionysos'un diyarı da işte burasıdır.


12.Hasta Hikayesi; Bir Kimlik Sorunu

Thompson, nöroloji enstitüsünde yatan ağır Korsakov hastası eski bir bakkaldı. İnsanları tanıma ve hatırlamada zorluk yaşıyordu. Hatta mekanları dahi karıştırıyor, zaman zaman kendisini dükkanında tezgahta sanıyordu. Bay Thompson'ın Korsakov hastalığı, üç hafta önce yüksek ateşten sayıklandığında ve tüm ailesini tanıyamaz hale geldiğinde azmıştı. Neredeyse çıldırmış gibi masallar uydurduğu bir deliryum hali içindeydi ve sürekli unuttuğu, kaybettiği şeyleri telafi etmek için durmadan bir dünya ve benlik yaratıyordu. Bu coşkunluk durumu bir hastanın gayet parlak imgelem ve yaratma gücünü ortaya çıkartabilir, çünkü böyle bir hasta kendi benliğini ve çevresindeki dünyayı tam anlamıyla ve her an yaratmak mecburiyetindedir.

Kendimiz olabilmek için kendimize sahip olmalıyız, hayat hikayemize sahip çıkmalı, onu kaybettiğimizde yeniden edinmeliyiz. Kendimizi "hatırlayarak", kendi içsel hikayemizi, anlatımımızı yeniden derlemeliyiz. Kişinin kimliğini ve benliğini koruyabilmesi için böyle bir anlatıya, süreklilik gösteren bir içsel anlatıya ihtiyacı vardır.

Tüm hayatını unutan biri sürekli hikayeler uydurarak kendini bu şekilde tatmin eder. Thompson'un çaresizce hikayeler anlatması ve aşırı konuşması da bu sebeptendir. Hikayeler ihtiyaç duyduğumuz yegane şeydir. Her birimiz bir biyografiden, bir hikayeden ibaretiz.


13.Hasta Hikayesi; Buyurun Peder, Buyurun Hemşire

Bu vakada eski bir kimyager olan Bayan B.'nin aniden uğradığı bir kişilik değişimi söz konusu. Bayan B. aniden patavatsız şakalar yapan ve kelime oyunlarıyla gülünç, fevri ve yüzeysel bir hale bürünen biri olmuştu. Zeki ve açıkgöz biriydi fakat bir kişiliği yoktu, ruhsuzlaşmıştı. Alman nörologlar bu duruma "Witzelsucht (şaka hastalığı)" derler. Bir tür şizofreni.

Sacks notları arasında, beyninde çoklu doku sertleşmesi olan bir hastayla ilgili şu bilgileri paylaşıyor: "Çok hızlı, fevri ve kayıtsız bir halde konuşuyor... öyle ki, önemli önemsiz, doğru ile yanlış, ciddiyet ile şaka hızlı, gelişigüzel bir yarı-konfabulasyon akışı içinde birbirine karışıyor... Birkaç saniye içinde kendi kendisiyle tamamen çelişebiliyor... Müziği sevdiğini söylüyor, sonra sevmediğini. Kalçasını kırdığını söylüyor, sonra kırmadığını."


14.Bölüm; Ele Geçirilmişler

Bu bölümde Tourette Sendromu ile Korsakov Sendromu karşılaştırılıyor. Dr.Tourette ve ondan daha eski başka birçok klinisyen, Tourette sendromunun habis bir türünü tarif etmişlerdir; bu tür, kişiliği parçalayan, garip fantezilerle yüklü, pandomimsel ve çoğu zaman taklitçi bir psikoz veya çılgınlık çeşidine yol açıyordu. Bu sendromun temel zorluğu, tiklerin ve kontrol dışı davranışların ötesinde, algılama, hayal gücü ve arzulardaki, yani tüm kişilikteki tikler ve kontrolsüzlüklerdir.

Korsakov Sendromu bilindiği üzere ciddi tiamin eksikliğinden kaynaklanan kronik hafıza sorunudur. Karsakov Hastası hafıza kaybı ve boşluğa sürüklenirken, Tourette hastası hem yaratıcı hem de kurbanı olduğu ve sahiplenmese bile reddedemediği abartılı içsel dürtülere kapılır. Bu yüzden Tourette hastası, Korsakov hastasından farklı olarak, hastalığıyla mutlak bir ilişkiye girmek zorunda kalır. Hasta ile hastalık arasında, mümkün olabilecek her türlü çatışma ve işbirliği mevcuttur.


15.Hasta Hikayesi; Anımsama

Bayan O'C. kulakları ağır işiten sağlığı gayet yerinde huzurevinde kalan yaşlı bir kadındı. Aniden çocukluğuna ait bir rüya görür. Rüya İrlanda'da şarkılar eşliğinde dans ettiği bir anısıydı. Uyandığında kulağındaki o şarkı devam eder, radyonun açık kaldığını düşünür fakat öyle değildir, şarkıyı bir türlü susturamaz. Zaten ağır işiten kulağına sürekli çalan bu şarkı da eklenince dış sesler iyice uğultu haline dönüşür.

Bayan O'C.'yi bu hale bir anda getiren şey neydi? Seksen yaşında, gayet sağlıklı ve zihnini bozabilecek herhangi bir ilaç almıyordu. Sacks, bu ilginç olayı anlamak için kadına EEG çekti ve EEG'de beynin temporal loblarında ani voltaj yükselmesi ve keskin dalgalanmalar saptadı. Bu saptamalar gerçekten de temporal lob nöbetleri geçirdiğini doğruluyordu. Geçmişi canlı bir şekilde anımsamanın temelinde böyle nöbetler vardı. Korkteksindeki müzikal hafıza izlerinin aniden harekete geçmesi, besbelli ki bir inme geçirmiş olmasından kaynaklanıyordu. Daha sonra belirtiler kendiliğinden azalarak yok oldu ve yaşlı kadın normal haline döndü.

Zihinde uyandırılmış deneyimsel bir tepki, hastanın geçmiş yaşamındaki bir zaman dilimine ait bilinç akışını oluşturan deneyimlerin gelişigüzel bir şekilde yeniden üretilmesidir.

Müzikal anımsama bazen aşırı aspirin kullanımı gibi toksik bir nedene bağlı olabilir. Sinir uçları duyarsız olan hastalarda müzikal "fantomlar" ortaya çıkabilir. Fakat çoğunlukla belirli bir teşhisi yok ve tehlike de arz etmiyor. Sacks, beynin müzikle olan bu bölümünün neden ileriki yaşlarda boşalımlara yatkın olduğunun çözülmediği söylüyor. Bende haliyle düşünüyorum, beynimde istemsizce yüksek sesle çalan bir müzik olsaydı ne hissederdim diye, sanırım çok sinirlenir ve dengemi kaybederdim.


NOT: 16.Hasta Vakası L-Dopa adında Parkinson hastalığı belirtilerinin giderilmesine yardımcı olan bir ilaçla ilgili bir bölüm.


17.Hasta Hikayesi: Hindistan'da Bir Geçit

Bu vaka beyninde habis bir tümör bulunan, 19 yaşında, Bhagawhandi P. adında Hintli bir kız ile ilgili. Bu tümör ilk kez 7 yaşındayken kendini göstermiş ve habis bir durumda olmadığı için beyninden ameliyatla tamamen temizlenmişti. 18 yaşında tekrar ortaya çıkan bu tümör maalesef habis durumda olduğundan temizlenip alınması mümkün değildi.

Vücudunun sol tarafında hissizlik ve zayıflıkla beraber ara sıra nükseden nöbetler geçiriyordu. Tümör beynine baskı yaptıkça nöbetlerin hali değişti ve bir rüya hali içinde kendini buldu. İstemsiz anımsama yaşıyordu, kendini çocukluğunun geçtiği Hindistan'daki evinde sanıyordu. Ve bu durumdan keyif alıyordu. Bunların temporal lob nöbetleri olduğunu düşünseler de anılar tek bir yerde sıkışıp kalmadığı için bu düşünceden vazgeçtiler. Temporal lob nöbetleri tek bir şarkıda ve anıda sıkışıp kalan hasta vakasıydı. Hintli kız ise çocukluğuna ait tüm anıları hatırlayıp duruyordu. Zaman ilerledikçe rüya görme sıklığı artış gösterdi, etrafını görmüyor, o anılarda yaşamaya başlamıştı. Bhagawhandi, başka bir dünyadaydı. Ve bir süre sonra bu dünyaya hiç dönmedi.

18.Hasta Hikayesi; İçimizdeki Köpek

22 yaşında uyuşturucu kullanan bir tıp öğrencisi Stephen D. bir gece aniden kendini canlı bir rüyanın içinde bulur, hayal dahi edemeyeceği zengin ve keskin kokuların olduğu bir dünyada. Uyandığında ise renk algısının arttığını fark eder, daha önce kahverengi olarak gördüğünü şimdi kahverenginin düzinelerce tonu olarak görebiliyordu. Fotografik algısında ve hafızasında çarpıcı gelişmeler yaşanmıştı. "Eskiden hiç resim çizemezken şimdi sanki beynimde netlik ayarı mükemmel bir fotoğraf makinası varmış gibi her şeyi kağıt üzerine yansıtılmış olarak görüyor ve çabucak çizebiliyorum. Ayrıntılarla dolu resimleri dahi çizebiliyorum. Rüyamda kendimi köpek olarak gördüm, kokuya dayalı bir rüyaydı ve uyandığımda rüyamdakine çok benzer bir dünyayla karşılaştım: keskin kokularla dolu bir dünyayla. Bütün duyularımın keskinliği öyle artmış ki, koku duyusu sönük kalmıştı. Parfümcüde tüm parfümlerin kendine ait kokusunu seçebiliyordum. Dahası kliniğe gittiğimde tüm hastaları daha görmeden kokusundan ayırt edebiliyordum. Dahası, New York'ta hiç yanılmadan sadece koklayarak yolumu buldum. Artık koklamadan ve dokunmadan bir şeyin gerçek olduğunu anlamıyordum." Güzel kokuların verdiği zevkle birlikte kötü kokuların rahatsızlığı da artmıştı. Bu tuhaf değişim üç hafta sonra ansızın sona erdi.

Bu olayın üzerinden 16 yıl geçti ve öğrencilik yıllarında aldığı amfetamin uzak yıllarda kaldı. Artık New York'ta yaşayan çok başarılı bir dahiliyeci olarak görev yapıyor. O yıllarda şöyle bahsediyor: "Yaşadığım bu deneyimden hiç pişman değilim ve bazen özlem duyuyorum. Mis gibi kokularla dolu o koku dünyası. O kadar canlı, o kadar gerçekti ki! Sanki zengin, canlı, kendi kendine yeten ve bütünlüğü olan başka bir dünyaya, saf algının dünyasına yapılan bir ziyaret gibiydi yaşadığım. Keşke ara sıra o dünyaya geri dönebilsem ve yeniden köpek olabilsem!"

Bu vaka insan beyninin ne kadar ileri gidebileceğinin göstergesi. O halde belki amfetamin gibi tehlikeli maddelerle değil de meditasyon veya bu tarz uygulamalarla beynimizi daha aktif kullanabiliriz. Onu eğitir ve performansını artırırsak yapamayacağımız şey yoktur. Kim bilir?


19.Hasta Hikayesi; Cinayet

Donald adında bir genç PCP adlı uyuşturucu etkisi altındayken sevgilisini öldürdü. Fakat bu olayla ilgili hiçbir şey hatırlamıyordu. Çıkarıldığı mahkeme Donald'ın uyuşturucuya bağlı hafıza kaybı yaşadığını onayladı. Suçlu olduğu veya akli dengesinin bozuk olduğu ispatlanamamasına rağmen Donald suçluların bulunduğu bir akıl hastanesine gönderildi. Donald sanki bu durumu hoş karşılamıştı ve kendini bu ortamda güvende hissediyordu. Nasıl hissettiğini sorduklarında "Ben topluma uyum sağlayamıyorum." dedi. Kendine güvenemediği için, ani bir kontrol kaybına karşı böyle bir ortamda tutulması içini rahatlatıyordu. Zamanla buradaki çiçek bahçesiyle, toprakla ilgilenip hayatına bir denge kazandırmayı başarmıştı. Beşinci senesinde bu gelişmeler neticesinde artık hafta sonları dışarı çıkabiliyordu. Kendine bisiklet aldı ve asıl olay bundan sonra oldu. Ciddi bir bisiklet kazası geçirdi, beyninde çift taraflı yoğun bir iç kanama oldu. Hemen ameliyata alındı ve iki hafta boyunca yarı felçli halde komada kaldı. Daha sonra beklenmedik bir şekilde bir iyileşme geçirdi ve o noktada kabuslar görmeye başladı. Bilinci netleştikçe korkunç anılarla yüklü hafızasının tamamı uyandı. Sol tarafında zayıflık, uyuşma, nöbetler, ciddi ön lob bozuklukları ve bunlarla birlikte cinayete ait halüsinasyon şeklinde görüntüler görmeye başladı. Kontrolsüz anımsamalar çoğaldı ve cinayet anını tekrar tekrar yaşamaya başladı.

Peki geçmişte Donald'a ne olmuştu, şimdi ne oluyordu? Anılarına psikotik veya psikotiğe yakın bir enerji yüklemesi oluşmuştu; anıları öyle canlı bir hale gelmişti ki, Donald sürekli intihar düşüncesine sürükleniyordu. Karakteri, muhakeme yeteneği ve genel kişiliği tamamen korunmuştu. EEG sonuçlarına göre Donald sürekli bir köpürme, derin bir epilepsi geçirmekteydi. Bu durum her iki temporal lobda duygusal yaşantıyla ilgili bölgeler olan unkus, amigdala ve limbik yapılara kadar uzanıyordu; yani durumun böyle olduğu tgahmin ediliyordu ve bunu kanıtlamak için elektrot takılması gerekliydi.

Donald'ın durumu gizemini korudu, neden önce bir hafıza kaybı yaşadı ve daha sonra sadece unuttuğu anılarını sürekli hatırlamak zorunda kaldı, bunlar beynin çözülemeyen gizemleri. Öyle karmaşık bir yapı ki, günümüzde hala gizemli, ne kadar çok incelense de gizemini hep koruyacak bir organ gibi görünüyor.


20.Hasta Hikayesi; Hildegard'ın Hayalleri

Hildegard'ın durumu müstesna ve kendine has bir vakadır. Mistik bir rahibe olan Hildegard sıra dışı bir zekası ve edebi yeteneği olan bir kadındı. Çocukluk yıllarından ölümüne kadar sayısız hayal gördü. İncelendiğinde bu hayallerin migrenden kaynaklandığı düşünüldü. Hildegard "Hayaller gördüğümde ne uyuyordum ne de rüya görüyordum; delirmiş de değildim. Bu hayalleri ne dünyevi bir gözle gördüm ne de bedenimdeki kulaklarla duydum. Gizli bir köşede de değildim. Aksine gayet canlı ve uyanık bir haldeydim. Bu hayalleri ruhumun gözleri ve kulaklarıyla algıladım; onları Tanrı'nın taktiriyle apaçık gördüm."

Gördüklerini ayrıntılı olarak anlatıyor bölümde, ben bir kısmını paylaştım. Sürekli hayallerde yaşayan ve gördüklerinin ilahi işaretler olduğunu düşünen bir vaka.


21.Hasta Hikayesi; Rebecca

Rebecca 19 yaşında olmasına rağmen çocuk gibiydi, anahtarla kapıyı rahatça açamıyor, sağı ile solunu karıştırıyor, saatlerce eldivenini ve ayakkabısını giymek için uğraşıyordu. Utangaç ve içine kapanıktı. Aynı zamanda insanlarla sıcak, derin, hatta tutku dolu bağlar kurabiliyordu. Tabiata bayılıyordu. Okumayı bir türlü öğrenememişti fakat hikayelere çok düşkündü. En basit önermeleri ve talimatları dahi anlayamazken oldukça derin anlamlı şiirlerin sembollerini ve metaforlarını anlamakta pek güçlük çekmiyordu. Sinagogdaki dini törenleri, ilahileri, duaları ve ayinleri, yani tüm dini ritüelleri ve sembolleri tastamam anlıyordu. Öte yandan bozuk paraları sayamıyor, en basit hesaplamaları dahi yapamıyordu. Rebecca, kendini düşünsel açıdan özürlü ama ruhsal açıdan tam bir varlık olarak hissediyordu.

Sacks, Rebecca'ya çeşitli testler yapmış ve örüntü örme, problem çözme gibi yetilerinde probleme rastlamıştı. Söz konusu testler Rebecca'nın dünyayı algılama biçimine dair ipucu sunmamıştı. Fakat hareketleri gözlendiğinde onun anlatılara ve hikayelere ilgisi iç dünyasını bir bütün halinde tutan şeydi. Dans ederken hareketlerinde hiçbir gariplik yoktu, Rebecca kendini anlatım yoluyla derleyip toplamasına izin veren koşullarda "anlatımsal" olarak bütün ve sağlamdı; bunu bilmek önemliydi çünkü potansiyelini keşfetmemizi sağladı. Rebecca danstan sonra tiyatroya başladı ve muazzam performanslar sergiledi. Onu sahnede görenler onu zihinsel özürlü olduğunu asla tahmin bile edemezlerdi.

Müziğin, anlatının ve tiyatronun gücünün gerek teorik gerekse pratik açıdan büyük bir önemi vardır. Bu nedenle söz konusu kişiler için terapi ve eğitim, müziği veya başka bir anlatım formunu merkeze alarak düzenlenmelidir. Tiyatro ise çok daha güçlü görünüyor; rol, devam ettiği sürece kişiyi organize eden, ona tam bir kişilik kazandıran güce sahip. Düşünsel düzeyde farklılıklar ne olursa olsun, rol yapmak, oynamak, olmak, insan hayatının bir parçası gibi görünüyor. Bu gerçeği bebeklerde, bunamışlarda ve en dokunaklı biçimde bu dünyanın Rebecca'larında görebiliriz.


22.Hasta Hikayesi; Yürüyen Ansiklopedi

61 yaşında olan Martin A., bakımevinde kalan parkinson hastasıydı. Hastalığı bununla bitmiyordu, bebekliğinde geçirmiş olduğu neredeyse ölümcül menenjit , zihinsel özüre, fevriliğe, nöbetlere ve bedenin bir yanında spastikliğe yol açmıştı. Okula çok az gitmiş olmasına rağmen hatrı sayılır bir müzik eğitimi almıştı. Babası ünlü bir solistti. Martin'in şaşkınlık verici bir müzik hafızası vardı. Olağanüstü bir kulağı vardı. Bir opera veya oratoryuyu ezberlemesi için bir kez dinlemesi yetiyordu. Sadece iki bin opera bilmekle kalmayıp, sayısız gösteride rol almış solistlerin hepsini de tek tek hatırlıyordu. Dahası, gösteride dekorların, sahneleme tekniklerinin ve kostümlerin tüm ayrıntıları ezberindeydi. Ayrıca New York'un her yerini ev ev, sokak sokak biliyordu, üstelik tüm tren ve otobüs güzergahları da ezberindeydi.

İşte Martin'de böyle bir hastaydı, onu da bir önceki Rebecca vakasına benzer şekilde müzik iyileştirdi. Müzik sayesinde kişiliği değişim göstermişti.


23.Hasta Hikayesi; İkizler

Bu vaka çok ilgimi çeken bir vaka oldu, aritmetik yetenekleri olan fakat doktorların otistik, psikotik ve ağır zihinsel özürlü teşhisleri koydukları bu ikizler birlikte muazzam hesaplamalar yapıyordu. Ayrıca kendi yaşamlarına dair en ufak bir görsel ayrıntıyı dahi unutmadıkları, adeta belgesel niteliğinde çarpıcı bir görsel hafızaya sahip oldukları ve bilinçdışı bir şekilde bir takvim algoritmaları vardı. Takvim algoritması kullanarak bir tarihin geçmişte hangi güne denk geldiğini veya gelecekte hangi güne denk geleceğini anında söyleyebiliyorlardı. En basit toplama ve çıkarma işlemini bile yapamıyorlardı fakat asal sayılar hakkında ilginç bilgileri vardı.

Bir gün masalarında duran bir kibrit kutusu yere düşüp içindeki tüm kibritler yere dökülünce ikisi birden "111" diye bağırdı. Anında ikizlerden biri "37" dedi, diğeri "37" dedi ve sonra tekrar diğeri "37" diye tekrarladı. Kibritleri Sacks sayınca gerçekten de 111 kibrit çöpü olduğunu görüp, şaşırdı. 37 ise 111'nin asal çarpanıydı.

Borges'in "Funes" karakteri; "Biz bir bakışta masadaki üç bardağı, Funes ise asmayı oluşturan üzümü, yapraklarını, sürgünlerini algılıyordu... Biz tahtada gördüğümüz bir daireyi, eşkenar üçgeni, eşkenar dörtgeni sezgisel olarak nasıl kolay kavrıyorsak, Ireneo da bir midillinin dalgalanan yelesini, bir tepedeki sığır sürüsünü öyle kavrıyordu... Gökyüzünde kaç yıldızı birden görebildiğini bilmiyorum."

İkizler bir şeyleri hesaplamıyor, bir anda görüyorlardı. Birbiriyle iletişim kurar gibi birbirlerine yirmi haneli asal sayıları söylüyorlardı. Onlar için hane fark etmez bu şekilde iletişim kurup oyun gibi zevk alıyorlardı.

Bu zamana kadar okurken birçok vaka gördük ve tam olarak düzgün davranamasa da her birinin farklı yetenekleri olan ve hayatla iletişimini böyle kuran birçok vaka gözlemledik. Akli dengesi olmayanlar bile hayatta yaşama amacı edinmek zorundalar. Yaşamak, eğlenmek, zevk almak için bir sebep buluyorlar. Onlar bunu isteyerek yapmasa da beynimiz bu şekilde yaratıldı. Her birimizin belirli bir amacı var, bazen kaybolup depresyona düştüğümüzde oradan bizi çıkartacak şey amaçtır.

Tekrar ikizlere dönecek olursak Gauss'un tanımladığı aritmetik beynin doğal yapısının bir parçası olabilir mi? Onların sonuçları nasıl bu kadar hızlı bildikleri açık değil, sonuçlar hesaplanıyor, biliniyor veya her nasılsa "görülüyor" olabilir. Onlar sayılar dünyasında yaşıyor gibi, onların dünyası sayılardan ibaret.

24.Hasta Hikayesi; Otistik Ressam

Burada da benzer bir vaka, Jose otistik bile kabul edilemeyecek kadar zekası gelişmemiş bir çocuk. Aileden gelen bir ressam yeteneği var fakat bunu Sacks ile tanışana kadar keşfedilmedi. Bu sürece kadar konuşamıyor, iletişim kuramıyor. Fakat daha sonra Sacks ona bir şeyler çizmesini söyleyince yavaş yavaş açılıyor ve muazzam resimler çizmeye başlıyor, daha sonra yavaş yavaş konuşmaya ve iletişim kurmaya başlıyor. Yani hastaların yeteneklerini keşfetmek, yaşam amaçlarını bulmalarını sağlamak onları iyileştiriyor. Onlara mutlu olmalarını sağlayacak sebepler vermek çok önemli.

Japonlar, özellikle Morishima ve Motzugi, eğitimsiz(eğitilmez gibi görünen) otistiklerin yeteneklerini geliştirip onları profesyonel yetişkin sanatçılara dönüştürmede kayda değer başarılar elde ettiler.


Bu kitap sadece bilgiler öğrenebileceğimiz ve dünyada neler varmış diyebileceğimiz bir kitap değil, bunlarla birlikte insanın kendini tanıdığı bir kitap. Vakalar her ne kadar sıra dışı olsa da, ben birçok ders çıkardım. Son vakalar mesela bana "potansiyelinin nerede olduğunu bulan kişinin ne kadar ileri gidebileceğini" gösterdi. Bir çiçek türüne göre toprak seçer ve orada hayat bulur, yeşerir. Bizler de yeteneklerimizi keşfettiğimizde hayatın bizden ne beklediğini anlarız ve başarılı oluruz. Her insan içinde muazzam bir potansiyel barındırıyor.,

İkinci olarak beynimiz inanılmaz çalışıyor, onu nasıl kullanabileceğimiz çok önemli. Bu konuda maalesef iyi niyetli çalışmalar olduğu kadar kötü niyetli çalışmalar da mevcut. Toplum mühendisliği adı altında insanların algısı çok güzel yönetiliyor. Algımızı yönetip ne düşüneceğimizi, ne isteyeceğimizi, ne alacağımızı, nereye gideceğimizi yönlendiriyorlar. Temiz bir akla sahip olmak için sık sık yürüyüş, sağlıklı gıdalar ve sosyal medya detoksuna girmek lazım. Zaten sosyal medyada takıldığım zamanlar kendimi aşırı rahatsız hissediyorum, çünkü orada paylaşılanlar konudan konuya atlatıyor beni, tam olarak odaklanamıyorum. Bir şeyi iyi bilebilmek için onun üzerinde uzun süre düşünmek, çalışmak lazım fakat orada yarım yamalak bilgileri beynim alıyor, doluyor ve sonra unutup gidiyor. Beynimizin performansını artırmak için onu iyi beslememiz gerekiyor.

Bu kitap üzerine konuştukça konuşasım geliyor, çok beğendiğim bir kitap oldu. Umarım sizde beğenirsiniz. Şimdilik yazacaklarım bu kadar. Kendinize iyi bakın.

Keyifli Okumalar...


Sümeyye Akarsu

Kommentare


AKLINDAKİ FİKİRLERİ BENİMLE PAYLAŞ

GÖNDERİN İÇİN TEŞEKKÜRLER

© 2023 by Turning Heads. Proudly created with Wix.com

bottom of page