top of page

DAYANACAK BİR BACAK- Oliver Sacks


ree

Okunması oldukça zor olan bu kitabı bitirdiğimde derin bir nefes aldım. Eğitim aldığım bölümle uzaktan yakından ilişkisi olmayan kitapları okurken bir yandan çok fazla bilgi öğreniyorum bir yandan da çok zorlanıyorum. Nöroloji alanına ait terimler beni oldukça yordu, daha önce Sacks'ın yazdığı "Karısını Şapka Sanan Adam" kitabını okurken keyif almıştım çünkü daha az terim daha fazla hikaye barındırıyordu. Sacks bu kitabında yaşadığı bir deneyime yer veriyor ve bu kez hasta koltuğuna kendi oturuyor. Açıkçası son otuz sayfa haricinde kitap oldukça güzel ve akıcıydı.

Kitap, Sacks'ın Norveç'te bir dağ tırmanışı sırasında yaşadığı kazayı anlatarak başlar. Dağ tırmanışında karşılaştığı "Boğaya Dikkat" uyarı levhasına anlam veremez, bu kadar yüksekte bir boğanın olabileceğini zihni kabul etmez ve yoluna uyarı levhasını dikkate almayarak devam eder. Kimsenin uğramadığı, uğrayanların da sonlarının hiç hoş olmadığı bu dağda yalnız başına, tek bir kişinin bile haberi olmadan ilerler. Ancak boğa ile karşılaştığında levhanın gerçek olduğunu fark eder, fakat iş işten geçmiştir ve boğa onun üstüne gelerek Sacks'a ciddi zararlar verir. Sol ayağı burkulmuş bir şekilde kendini yerde bulan Sacks'ın hikayesi aslında bu noktada başlar. Dünya'nın ücra bir köşesinde, kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde hareket edemez halde olmak çaresizliğin uç noktalarından biridir. Bu süreçte Sacks'a eşlik etmek ve onun çabasını, hissettiği duyguları, çektiği acıları görmek, varoluş sancılarını incelemek beni en çok etkileyen kısımdı. Bu süreci ağırlıklı olarak nörolojik açıdan incelese de hikayesinin içinde felsefe ve psikolojiye de yer vermesi kitabın cezbedici tarafıydı.

Geçen ay okumuş olduğum "İnsanın Anlam Arayışı" kitabında da yazar kendi yaşantısını aktarıyordu, sanırım bu yüzden bu tarz kitaplar okuyucu ile çok güzel bir bağ yakalıyor. Yazar kafasında kurduğu bir hikayeyi veya başkasının yaşadığı bir hikayeyi aktarırken bu kadar güzel bir ton yakalayamıyor, evet çok iyi yazarlar bunu yapmaya çalışıyor fakat şunu diyebilirim ki beni bu derece etkileyemiyor.

"Kendimi hiç bu kadar yalnız, kaybolmuş, terkedilmiş ve çaresiz hissetmemiştim." bu cümlelerin kalbime dokunmasının sebebi de buydu, kitabın bir yaşantı içermesi.

Ölümle yüz yüze geldiğim bir kaç olay yaşadım; trafik kazası, bir kayanın üstüme yuvarlanması, bazı ameliyatlar vs. Bu anlarda insan hayatı sorguluyor, bunlar kırılma noktası dediğimiz anlardı. Hayat aniden daha büyük anlamlar kazanır, yaşadığın olayın başına gelmesinin bir amacı vardır ve o amacı bulursun. Sacks içinde aynı şey geçerliydi, ona bu olay farklı bakış açıları kazandırdı.

"Hasta olmak bu muymuş? Pekala, on beş yıl boyunca doktordum. Şimdi hasta olmak ne demekmiş görelim."

Sacks oradan büyük bir çaba vererek kurtuldu ve artık bir hastaydı, hastanede yatarken kendiyle bir çok muhakeme yaptı.

"Doksan altı saat önce, Norveç'in karanlık dağında, soğukta karanlıklar ülkesinde ve ölümün gölgesinde el yordamıyla yürümeye çalıştığımı hatırladım. Artık yeniden yaşayanların ülkesindeydim."

Sadece fiziksel ve ruhsal olarak değil bazı beden imgesi kayıpları da yaşadı, beyninde ayağı hakkında imgesel bir bozukluk oldu. Sacks geçirdiği ameliyat sonucunda ayağının ona ait olmadığını düşünmeye başladı. Bu süreçte yaşadığı duygusal karışıklıklar, sorgulamalar, kendiyle yaptığı konuşmalar bana da ilham oldu. Bazı anlar vardır ki sadece sabretmeniz gerekir, elinizden tek gelen şey sabırla beklemek ve sürecin ilerleyişini gözlemlemektir. Düşünmemeye, kafa yormamaya ve umudunuzu korumaya çalışırsınız. Böyle anlarda ne kadar çok çabalarsanız o kadar dibe çökersiniz, o yüzden sakince beklemek en iyi çözümdür.

Sacks aklının çözemeyeceği bir gerçeklikle karşı karşıya kalınca huzuru bulmak için sanata ve dine yöneldi. Durumunu daha anlaşılır kılabilen ve tahammül edilebilir kılan sadece bunlardı. Nietzsche ne demiş; "Gerçekliği kaybetmeyelim diye sanatı yarattık."

Sacks her ne kadar umudunu kaybetmemeye çalışsa da bazen hastalık süreci o kadar uzar ki insana başka çare bırakmaz, bu anlarda müziğe de tutundu. Müziğin içine işlediğini, onu iyileştirip dirilttiğini hissetti. Hasta olmak oldukça zordur, birilerine bağımlı yaşarsınız, bu durumları Sacks şöyle ifade ediyor;

"Yatak mahkumu her hasta için kalkmak, ayakta durmak, yürümek ciddi bir karşı koymaktır, çünkü böyle bir kişi, yetişkin, insani bir duruştan ve dik durmaktan, yani ayağa kalkmak, kendi için ayağa kalkmak, yürümek ve yürüyüp uzaklaşmak, doktorlardan ve anne babadan, bağımlı olduklarından uzaklaşmak, arzu edilen yere özgürce, cesurca ve maceraya göz kırpan bir tavırla yürümek demek olan fiziki ve zihinsel duruştan yoksun bırakılmıştır ya da böyle bir duruşu unutmuştur."

Sacks iyileşme sürecinin düzgün bir yokuş olarak değil, her biri son derece radikal aşamalardan oluşan bir merdiven olarak görür. Bu aşamaları ise merdivenin o basamağına ulaşmadan anlaşılamaz, der. İyileşmenin özü onun için özgürlük yani sürekli genişleyen bir felsefe ve dünya, sürekli genişleyen kişisel ve toplumsal uzamdı.

Sacks'ın bu süreçte kendiyle arasında geçen felsefi sözlerden biri de şuydu; "Tüm bilgileri küçülmüş biri, kendisinin küçüklüğünün farkına nasıl varır? Ona "unuttuğu" büyük dünya yeniden hatırlatılmalıdır- o zaman ancak o zaman büyür ve iyileşir."

Benzersiz nasıl olunur? Yaşadıklarımızdan ya da özel deneyimlerimizden değil, bu deneyimler üzerinde düşünmemizden. Sacks nekahet döneminde yaşadığı deneyim üzerinde oldukça fazla düşündü, bir insanın hastalık döneminin hemen ardından dünyaya adapte olması beklenemezdi, arada bir yerlerde olmak lazımdı. Tıbbi olduğu kadar varoluşsal, sınırlı varoluşun yaşanabileceği bir yer, korunaklı, fazla bir şey beklemeden. Bu süreci "Nekahet Evi"nde geçiren Sacks, hastalıktan kurtulmak ve hayata karışma dönemini bir bebeğin sütten kesilip özgürleşmek istemesine fakat aynı zamanda şefkatten ve alışmış olunan rahatlığın ardından gelecek olan her şeye karşı duyulan korkuya benzetiyordu.

Bu dönemde sağlıklı ve mutlu olan insanlara duyduğu kıskançlığın getirdiği nefret hissi de vardı. Kalbi, hastalar ve acı çekenler için sevgi doluydu ama sağlıklı olanlara duyduğu kötü duygular onu düşündürdü. Bu duyguların sahibi hastalık değil kişinin kendisi, yaşamın zalimliği karşısında çöküşü ya da bozulması. Gençliğimiz, güzelliğimiz, yeteneklerimiz, gücümüz varsa dünyayı kucaklamamız kolaydır. Ama sevgisiz, çirkin, yetersiz ve yaralı olmayagörelim; sağlıktan ve güçten, zenginlik ve sevgiden düşmeyegörelim; hasta ve çaresiz, iyileşmekten umutsuz olmayagörelim- o zaman iyi huyumuz, ahlaki karakterimiz sınanacaktır.

Tüm bu sorgulamalar aslında Sacks'ı ve genelde entelektüel insanları olaylara yukardan bakabilmeye sevk eder. Sonunda tüm bu acıları karşımıza alıp olaya kuş bakışı bakabilmeyi başarabildiğimiz taktirde ders alabilir ve hayatımızın bundan sonraki kısmını daha anlamlı yaşayabiliriz. Başımıza gelen olaylardan dert mi ders mi çıkardığımız önemlidir. Evrensel varoluş deneyimi yani ruhun yeraltı dünyasına gidip dönüşü bize çok güzel kapılar açar. Nietzsche de sanırım bu yüzden acı çekmeyi çok önemsemiş ve yaşadığını hissedebilmenin yolunun acıdan geçtiğini savunmuştur.


"Ve bütün keşiflerimizin sonu

Başladığımız yere dönmek olacak

Ve orayı ilk kez göreceğiz."


Her kitap özeldir, her ne kadar okuması biraz zorlayıcı olsa da, beni yaşadıklarım hakkında düşündürttü, İyi geldi... İyi ki geldi.


Keyifli Okumalar

Sümeyye AKARSU

Yorumlar


AKLINDAKİ FİKİRLERİ BENİMLE PAYLAŞ

GÖNDERİN İÇİN TEŞEKKÜRLER

© 2023 by Turning Heads. Proudly created with Wix.com

bottom of page