İNSANIN ANLAM ARAYIŞI-Victor E. Frankl
- Sümeyye Akarsu
- 33 dakika önce
- 5 dakikada okunur

"Yaşamak acı çekmektir ve hayatta kalmak acıda bir anlam bulmak demektir."
Bunu başaran insan, tüm aşağılayıcı durumlara rağmen büyümeye devam edecektir.
"Yaşamak için bir nedeni olan insan her türlü nasıla katlanabilir."
Peki bu nedeni insan nasıl bulur ve koşullar ne kadar acımasız olursa olsun nedenine tutunmayı nasıl sürdürür?
Bu kitap tam olarak bu soruların cevabını bulmanızı sağlıyor. Dr.Frankl, yaşadığı "Toplama Kampı Deneyimleri"ni bizlerle paylaşarak, insanın acımasız koşullarda bile yaşama tutunacak sebeplerinin olabileceğini gösteriyor. Kitap iki kısımdan meydana geliyor, ilk kısım "Toplama Kampı Deneyimleri", ikinci kısım ise Dr.Frankl'ın keşfettiği "Logoterapi'nin Ana Hatları"nı anlatılıyor.
BİRİNCİ KISIM: TOPLAMA KAMPI DENEYİMLERİ
Kamp Deneyimlerini okurken şu anda Dünya'da var olan savaşları, soykırımları düşündüm. Her ne kadar empati kurmaya çalışsak da 100 metre ilerisinde bomba patlayan bir insanı anlamak çok zor ya da her gün gaz odasına götürülme ihtimali olan bir insanın duygularını çözümleyebilmek neredeyse imkansız. Dr.Frankl, acı deneyimlerinin ardından böyle bir kitap yazdığı için oldukça iyi analizlere sahip. Mesela bu acı deneyimlerin içinde olan biri ilk olarak "Af yanılsaması" adı verilen bir durum yaşar. Bu olay psikiyatride idama mahkum edilen bir adamın infazından kısa bir süre önce bile son dakika affedilebileceği yanılsamasına kapılmasıdır. Böyle bir umut ona aklını koruyabilmesi için bir neden sunar. Psikolojik tepkinin ikinci aşaması ise umarsızlık (apati), yani duyguların körleşmesi ve kişinin artık hiçbir şey umurunda değilmiş gibi hissetmesi. Bu aşama bir nevi kendini koruyabilmek adına beynin geliştirdiği bir mekanizmaydı.
"Zengin bir entelektüel yaşama alışmış olan duyarlı kişiler daha fazla etkilenseler de iç benlikleri daha az hasara uğrar. Kendilerini çevreleyen korkunçluklardan, iç zenginliklerine ve ruhsal özgürlüklerine sığınarak korunabiliyorlardı."
Kitapta geçen bu detayı da paylaşmak istedim, her ne kadar savaş, soykırım veya gaz odası korkusu gibi durumlar yaşamasam da zorlu durumlarda psikolojik olarak sağlam kalmamı hep entelektüel yanım sağladı. Özellikle kitaplar insana psikolojik dayanıklılık sağlıyor, çünkü kitaplar sayesinde birçok hayat görüp daha mücadeleci ve tecrübeli davranabiliyoruz. Toplama Kampında da Dr. Frankl geçmişte aldığı eğitimler sayesinde daha dayanıklı oldu. "Deliryum" hali denilen nöbetleri geçirmedi.
"İnsanın kurtuluşu sevgiyle ve sevgidedir." Bir diğer ayakta kalma yöntemi de sevgidir. Elinde hiçbir şeyi kalmamış insanın bile sevdiğini düşünmesi ona bir anlık da olsa mutluluk verir. Çünkü sevgi, sevilen kişinin fiziksel varlığını aşıyor ve derin bir tinsel anlam kazanıyor.
"Bir mizah duygusu geliştirme ve olayları mizahın ışığında görebilme çabası, yaşama sanatında ustalaşırken öğrenilen bir hile gibiydi. Istırabın hüküm sürdüğü toplama kampında bile, yaşama sanatını uygulamak yine de mümkündü." Aslında şunu idrak etmeli insan, koşulları değiştirmek elinden gelmiyorsa katlanmak için kendine yollar bulmalı. Varoluşu hayvan seviyesine inen insanların bile yaşama tutunmak için sebepleri olmalıydı.
Temel olarak zor koşullar altında insanlar zihinsel ve ruhsal olarak neye dönüşeceğine, ne olacağına karar verebilir. Kısacası her koşulda insanın iradesi vardır.
Toplama kamplarında en yıkıcı etki tutsaklıklarının ne kadar süreceğini bilememek. Bu durumu ünlü bir araştırmacı psikolog "sınırı bilinmeyen geçici varoluş" olarak tanımlıyor. Geçici varoluşun sonunu göremeyen insan, hayatta nihai bir hedefi de amaçlayamıyor. Yazar bu noktada Thomas Mann'ın "Büyülü Dağ" kitabını örnek verir, benzer psikolojik durumda olan insanların, mesela hastaneden ne zaman taburcu olacağını bilemeyen veremlilerin manevi gelişimini inceler. Onlar da benzer bir varoluş durumundadır: Geleceksiz ve hedefsiz.
Spinoza, Etika'da "Bize acı veren duygular, onun berrak ve kesin bir resmini çizdiğimiz anda acı olmaktan çıkar." der. Tutsaklık sona erdiğinde elbette ki yaşananları berrak zeminde inceleyenler olacaktır fakat asıl mesele o tutsaklığın bir gün biteceğini umut ederek yaşamak. Bu umut tükendiğinde zaten beklenen son da ardından geliyor. Tutsaklar umudunu yitirdikleri an yapmaları gerekenden farklı bir role bürünüyorlar, verilen görevleri yapmıyor ve sonunda da gaz odalarına gönderiliyorlar. Yazının başında Nietzsche'nin dediği gibi "Yaşamak için bir nedeni olan insan her türlü nasıl'a katlanabilir." Hayatında bir anlam, bir amaç, bir hedef bulunmadığını, bu yüzden de devam etmesine gerek olmadığını söyleyen kişiye acıyın; yakında kaybolacaktır.
Döndük dolaştık ve geldiğimiz yer yine "ANLAM" meselesi. Hayatın anlamı elbette ki kişiden kişiye değişen bir olaydır. Bu yüzden hayatın anlamını tanımlamak doğru olmaz. Hayatta kaybolmadan önce şunu bilmeliyiz, dünyada iki türlü insan vardır, "düzgün insanlar" ve "ahlaksız insanlar". Bu ayrımı bildiğimiz taktirde bize yapılan kötülükleri, acımasızlıkları kendi onurumuzu zedelemeden değerlendirebiliriz. Bu da aslında bir nevi bize psikolojik sağlamlık katar. Anlam kadar önemlidir.
Peki, bunca sıkıntıyı atlatıp özgürlüğüne kavuşanların durumu nasıl devam eder. Bu olayı yazar, dalgıcın devasa bir atmosferik basınç altından aniden çıkmasına benzetir. Nasıl ki dalgıç bu ani değişim karşısında hayati tehlike yaşıyorsa kamptan çıkan biri de aynı tehlikeyle karşı karşıyadır. "Ruhsal baskının aniden gevşemesinden kaynaklanan ahlaki deformasyonun yanı sıra, özgürleşmiş tutsağın kişiliğini tehdit eden iki temel deneyim daha vardı: Eski yaşamına döndüğünde yaşadığı içerleme ve hayal kırıklığı."
İKİNCİ KISIM: ANA HATLARIYLA LOGOTERAPİ
Logoterapi ismini Yunanca "Logos" yani "Anlam" ve bildiğimiz terapiden alıyor. Logoterapi, psikanalizle karşılaştığında daha az geçmişe yönelik ve biraz daha içgörüye dayanan bir yöntemdir. Daha ziyade geleceğe odaklanır, yani danışanın içini dolduracağı anlamlarla uğraşır. Danışan yaşamın anlamını bularak ona yönelir. İnsanın yaşamında anlam bulma çabası temel motivasyonel gücüdür. Fransa'da yapılan kamuoyu araştırmasında insanların %89'u uğruna yaşayacakları 'bir şeye' ihtiyaç duyduklarını itiraf etmişti.
Logoterapi, insanı itki ve içgüdülerin giderilmesi ve doyumunun; id, ego ve süperego arasındaki çatışmaları uzlaştırmanın veya toplum ve çevreye uyum ve intibakın peşinde olmaktan ziyade, bir anlamı karşılamaya çalışan bir varlık olarak tanımasıyla psikanalizden ayrılır.
İnsanın yakın zamandaki gelişimi sırasında, davranışlarının payandası olan gelenekler de artık hızla kaybolmaktadır. Ona ne yapması gerektiğini söyleyen hiçbir içgüdü ve nasıl davranması gerektiğini söyleyen hiçbir gelenek kalmadı; hatta bazen ne yapmak istediğini bile bilmiyor. Bunun yerine ya diğerlerinin yaptıklarını(konformizm) ya da diğerlerinin ondan istediklerini(totaliteryanizm) yapmak istiyor.
Bir işçiyi düşünelim, hayatının çoğunu işe gidip gelerek ve dinlenerek geçiriyor. Bu işçilerde görülen bir psikolojik durum var, 'pazar nevrozu', iş haftasının yoğunluğu geride kalıp, içlerindeki boşluk kendini belli ettiğinde hayatlarındaki içeriksizliğin farkına varıyorlar ve depresyona giriyorlar. Varoluşsal boşluk, sadece işçilerin değil emekliler ve yaşlıların da girdiği bir durumdur. Herkes hayat tarafından bir sorguya çekilir ve hayatı sadece kendi hayatıyla, kendi sorumluluğuyla cevaplayabilir. Logoterapi, insan varoluşunun özünü sorumluluk duygusunda bulur.
Logoterapiye göre hayatın anlamını üç farklı yolla keşfedebiliriz; ilki 'bir üretimde bulunarak veya bir iş yaparak', ikincisi 'bir şeyi deneyimleyerek ya da biriyle temas ederek', üçüncüsü 'kaçınılmaz olan ıstıraba karşı aldığımız tavırla'.
İkinci kısımdaki yazdıklarım özet niteliğinde oldu, kendi cümlelerimden ziyade kitaptaki cümleleri aktardım. Hayatın anlamı mevzusuna günümüz olaylarını değerlendirerek bakacak olursak, anlamı yavaş yavaş kaybediyoruz. Eskiden insanlar çok daha mutluydu, hastanelerde sıra beklerken, çocuklarını okutmak için zorlanırken, daha fakir bir hayat yaşarken bile daha mutluydu. Fakat şimdi ekonomik olarak çok daha iyi konumlarda olmamıza rağmen, özelden devlete sağlık alanında kolayca hizmet alıp üniversiteye rahatça gidebilmemize rağmen daha mutsuzuz, çünkü hayatın anlamı elimizden kayıyor. Eskiden geleneklere bağlıydık, Allah inancı tüm zorluklara daha kolay katlanmamızı sağlıyordu, sosyal medya yoktu ve kendi çevremizin hayatını gözlemleyebiliyorduk. Şimdi internet bizi doymak bilmez bir nefis ile sınıyor. Tatmin olmak için daha çok şey istiyoruz.
Aslında bu devrin en büyük ihtiyacı logoterapi, bu yöntemle insan hayatın anlamını bulup depresif halinden çıkabilir. Başımıza birçok olay gelebilir, tüm hayatımız bir anda değişebilir fakat her durumda kendi irademizle zorlukları aşabileceğimizi bilmeye ihtiyacımız var. Eskiden anlam, atalardan torunlara miras kalırdı. Çünkü atalardan torunlara giden düz bir sistem vardı, çiftçiliğin sürdürülmesi ya da geleneklerin devamlılığı gibi, şimdi sürekli algının değiştiği bu dünyada herkes atasının mirasını devralmıyor, çok farklı hayatlar yaşayabiliyorlar. Bu farklı hayatların tecrübesini kendi yaşayarak öğrendiği için tüm anlamı da keşfetmesi ona kalıyor.
Kitap bana farklı bir bakış açısı kazandırdı, umarım okuyan herkese de ilham verir. Öğreticiliğinin yanı sıra etkileşim alabildiğim kitapları daha fazla seviyorum, bu kitap da bana bunları hatta daha fazlasını sağladı diyebilirim. Bu yüzden okunması geren 100 kitap listemde yerini kolaylıkla alabilir.
Keyifli Okumalar
Sümeyye Akarsu
Kommentare